15 Ağustos 2016 Pazartesi

[Kitap/Öğreti] Bizim Dünyamız - Thich Nhat Hanh


"Bizim Dünyamız" çok sevdiğim bir yayınevi olan Sinek Sekiz Yayınevi'nin Sürdürebilir Yaşam Kitapları serisinin bir parçası. Dünyamızı ekolojik açıdan anlamamızı ve kendimizi onun bir parçası olarak hissetmemizi kolaylaştıracak bir öğreti olarak kaleme alındığını söyleyebilirim. Çok basit, hızlıca akan ve içinize su serpecek cinsten bir kitap, tavsiye ederim.



"Başına ne gelirse gelsin, yarası ne kadar derin olursa olsun devam edebilecek, yenilenebilecek, daima değişen, muazzam, canlı varoluşun bir parçası olduğumuzun farkına varmak bana büyük bir huzur veriyor." - Alan Weisman, Bizim Dünyamız'ın giriş yazısından
**

"Bütün varlıkların benliksiz doğasını anlamamıza yardımcı olması için sık sık dalga ve su örneği verilir. Dalga yükselir ya da alçalır, meydana gelir ya da kaybolur, oysa dalganın özü olan su, ne yüksek ne alçaktır; ne maydana gelir ne de kaybolur. Bütün görünen işaretler, -yükseklik, alçaklık, meydana gelenler, kaybolanlar- suyun özüne dokunamaz. Her şeyin esas doğası olan özü görmeden, görünürdekilere bağlı olarak ağlayabilir ve gülebiliriz. Bu bizim kendi deneyimlediğimiz gerçekliktir. Eğer dalgayı sadece kendi meydana gelişinde ve kayboluşunda görürsek acı duyarız. Ama dalganın özü olan suyu ve her dalganın suya geri döndüğünü görürsek korkmayız."
**

"Yükselen dalgada pek çok mutluluk vardır. Dalga düşerken sonuna dair bir kaygı olabilir. Yükseliş her zaman düşüşü de getirir. Doğum ölümü taşır. Eğer dalga meditasyon yapsaydı su olduğunun ve mutlulukla düşebileceğinin farkına varırdı. Bir dalga olarak ölse de, su olarak hep yaşayacaktır. [...] Gülümseyerek, korkmadan, kızgınlık duymadan ölmek mümkündür.

Yeryüzüne düşen yağmur damlası bir anda yok olur. Ama bir şekilde hala oradadır, toprak tarafından emilse de bir başka formda hala oradadır. Buharlaşsa da hala orada, havadadır. Buhar haline gelir, bir yağmur damlası olarak onu artık göremezsiniz ama bu orada olmadığı anlamına gelmez. Bir bulut hiçbir zaman ölmez. Bir bulut, yağmur, kar veya buz olur ama bir hiç olamaz.

Bizim ölüm anlayışımız, bir şeyken hiçbir şey olmak, varlıktan yokluğa geçmek gibidir. Oysa meditasyon bize doğumsuz ve ölümsüz olan asıl doğamıza ulaşmamız için yardım eder. Bulut, bulut olmadan önce su buharıydı, okyanustu. Yoktan var olmadı. Bizim doğum ve ölüm anlayışımız da sadece bir görüştür."
**

"Bir portakal ağacına baktığımızda, mevsimden mevsime yaşamını güzel yeşil yapraklar, hoş kokulu tomurcuklar ve tatlı portakallar vererek geçirdiğini görürüz. Bunlar bir portakal ağacının yaratabileceği ve dünyaya sunabileceği en iyi şeylerdir. Biz insanlar da günlük yaşamlarımızın her anında, düşüncelerimizi, sözlerimizi ve eylemlerimizi dünyaya sunabiliriz. Elimizden gelen en iyi düşünceleri, sözleri ve eylemleri sunmayı arzu etmeliyiz; çünkü onlar istesek de istemesek de bizim varlığımızın devamıdır. Zamanımızı bilgece kullanmalı, sevgiyle, merhametle, şefkatle ve anlayışla, güzel şeyler söylemeli, ilham vermeli, bağışlamalı, dünyayı ve birbirimizi koruyacak, kollayacak şekilde davranmalıyız. Bu şekilde güzel bir devamlılık sağlayabiliriz."
**

"Kendilerini, toplumu veya gezegeni mahvedenler bunu kasten yapmıyorlar, bu yüzden onları suçlamayın ya da kınamayın. Acıları ve yalnızlıkları ezici bir kuvvet ve bundan kaçmak istiyorlar. Cezalandırılmaya değil yardıma ihtiyaçları var. Sadece kolektif bir anlayış ya da merhamet bizi özgürleştirebilir."
**

"Bireysel anlayışlarımız toplumsal anlayışı, toplumsal anlayış da toplumsal eylemi doğurur. [...] Bireysel farkındalığımızdaki olumlu bir değişiklik, kolektif farkındalıkta da olumlu bir değişiklik yaratır."
**

"Hoş kokulu bir gül ve berbat kokan bir çöp aynı varlığın iki ayrı yüzüdür. Biri olmadan diğeri olamaz. Her şey dönüşür. Açtıktan altı gün sonra solan gül çöp haline gelir. Çöp altı ay sonra güle dönüşür. Geçicilikten söz ettiğimizde her şeyin daimi bir dönüşüm içinde olduğunu kastederiz. Bu şuna, şu buna dönüşür. Farkındalıkla bakarsak bir şeyi izlerken onda her şeyi görürüz. Her şeyin devamlı olduğunu ve birbirine bağlı akışı anladığımızda değişimden huzursuz olmayız. Bir canlının yaşamı kalıcı değildir ama yaşamın kendisi devamlıdır. Kendimizi yaşamla özdeşleştirir ve birbirinden ayrılmış benliklerin sınırını aşarsak geçici olandaki kalıcılığı ya da çöpün içindeki gülü görebiliriz."

3 Ocak 2016 Pazar

[Roman] Ölüler Bekler - Dido Sotiriu

Bu romanı, düzeltisi çok iyi olmayan aşağıdaki basımdan okudum. Noktalama işaretleri doğru yerlerde kullanılmamıştı, cümle yapıları doğru değildi ve bütün bunlar -özellikle kitabın başında- oldukça keyifsiz bir deneyim yaşatıyordu. Bütün bunlara rağmen, kitabı okudukça hikayenin gücünü ve yazarın yeteneğini keşfetmek çok zor olmadı. Çok güçlü bir kitap; acıklı, pis ve gerçek bir hikaye, kesinlikle tavsiye ederim.


"Şayet büyükler felaket karşısında çocukların nasıl kahrolduklarını ve ızdırap çektiklerini bilselerdi belki de dünya daha yumuşak olurdu. Neden, neden oluyor tüm bunlar? Hangi millete ait olursa olsun, hiçbir baba çocuğunun ağlamasını istemez ve nasıl oluyor da tüm babalar bir an içinde diğer babaların çocuklarının ağlamaları için ellerinden geleni yapar? Neden bizler Hasan ile Ali'nin çocuklarını öldürdük ve neden Hasan ile Ali çocuklarımızı kestiler? Yıllarca o topraklarda Türkler ile yanyana yaşadık. Onlar bize gülümsüyor bizler de onlara gülümsüyorduk. Onlar bizleri böylesine bol hediyeye boğuyor, bizler de hediyelerin en güzelini onlara veriyorduk. Ve oralarda kilise çanları çalarken hocanın namazı da etrafa yayılıyor, bizler Paskalya'yı kutlarken onlar da bayramı kutluyor, karşılıklı birbirimize iyi niyetlerimizi ve saygılarımızı sunuyorduk. Nedir? Mutluluğu ve canlıları öldürmek, sevgili evcikleri yakıp insanları mateme boğan, insanları akıllarından eden ve savaş dedikleri o korkunç şey nedir?"
**

"Hasan ile civardaki Türk köylerini gezerdik. Tanaş Amca bizi sıkça Hacıdima'ların çiftliklerine götürdüğü için Rum köylerini iyi bilirdim. Ne var ki, o geri kalmış Türk köylerinin bana bırakmış olduğu etkiyi hiç unutmayacağım. Oralarda tek bir Rum'a rastlamazdım. Daha ucuza gelsin diye çoğunlukla insanların kendilerinin çektikleri o ilkel aletleriyle kan ter içinde toprağı işlemeye çalışan zavallı insanlar, insanlar... 

Nefes almamacasına durup dinlenmeden tek bir avucu dahi kendilerinin olmayan o toprakta didinip uğraşırlardı. Verimli ovalardan başlayıp göklere doğru tırmanan tepelere kadar toprağı işleyerek gül yağının elde edileceği mis kokulu gülü yetiştirmeye çalışırlardı. Ve Hasan'ın yüreğinin ta derinliklerinde hazzını duyduğu tüm bu Allah vergisi güzellikleri kendi yaşam ve ölüm haklarını dahi devretmiş oldukları efendilerine, beylere teslim etmektelerdi.

Tüm o Türk köylüleri, cevabını bulmam için beni huzursuzlaştıran bir soruyu aklıma takmışlardı: o böylesine verimli toprak gerçekte kime aitti? Türkler'e mi, yoksa bize mi?"
**

"O katkısız Rum mahalleleri ile köylerinde yaşadığımda ve okulda Yunanca'yı okuyup sokakta onu konuştuğumda, kiliselere gidip duamı yaptığımda ve Rum çorbacılarının sahibi olduğu tüm o fabrika ve çiftlikleri gördüğümde küçük Asya'nın hiçbir kuşkuya yer kalmadan gerçekten bizim olduğuna inanırdım. Ama biraz ilerideki Türk mahallelerine doğru gidip o binlerce Türk işçisinin aynı toprak üzerinde nesilden nesile çalışıp çabaladığını, kendi evleri ile camilerini yapıp kendi öz lisan ve geleneklerine sahip olarak vatanlarında bulunduklarını kendi öz varlıklarının derinliklerinde hissettiklerini gördüklerimde de kafamın karışmamasına olanak yoktu."
**

"Bir gün babama sormuştum:

- Baba, biz mi çoğunluktayız yoksa Türkler mi?
- Vallahi tam olarak bilemem... Sen şimdi bunları nereden çıkardın? İstatistiklere mi merak sardın?

İstatistiğin ne demek olduğunu bilmiyordum ama konu bana oldukça karanlık geliyordu. Ne ileride çıkmış olan bunca ateş bana konuyu aydınlattı, ne de o zamanlarda kimse bana asırlardan beri Türk beyleri ile Rum çorbacıların kendi huzur ve mutluluklarını her iki halkın ortak zavallılığı üzerine kurmuş olduklarını anlattı."
**

"Haksızlık bir yaşam kanunu olamaz tıpkı zavallılığın da böyle bir kanun olamayacağı gibi... Esas yaşam kanunu değişkenliktir... Ve şayet böyle bir değişmeyi göremeyeceksek de zararı yok... Önemli olan bu değil ki!"
**

- Ne güzel! İno buralarda olsa idi hemen bir tabloyu çiziştirirdi. Ve tabloların kendilerinden çok isimlerinde başarılı olduğu için de tablosuna "Yanlış Anlaşılmış Akşamüstü" ismini verirdi.
- Neden "Yanlış Anlaşılmış Akşamüstü" olsun?

Niovi omuz silkti:
- Ne bileyim ben. Belki de o koca koca şairlerin bu saatlere hüzün vakti ismini taktıkları için... Halbuki olsa olsa mutluluk vakti demeleri gerek. Bir gün batıyor ve diğer bir günün umudu doğuyor.