30 Ağustos 2012 Perşembe

[Konser] Erkan Oğur & İsmail Hakkı Demircioğlu

Bugün, Beşiktaş Belediyesi'nin "Park Buluşmaları" adı altında düzenlediği Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu konseri vardı. Gittim, gittim ve o iki büyük sesi dinlerken kendimden geçtim. O konserden kalan birkaç dörtlük...


"Hüseyin beyhude ah etme naçar
Bir kapı örterse birini açar
Buna dünya derler hepsi geçer
Hangi günü gördün akşam olmamış"
                                 [Kul Hüseyin]

**
"Bugün ben bir güzel gördüm
Bakar cennet sarayından
Kamaştı gözümün nuru
Onun hüsnü cemalinden"
         [Erzurumlu Emrah]

**
"Ey zahit şaraba eyle ihtiram 
İnsan ol cihanda bu dünya fani 
Ehline helaldir, na ehle haram 
Biz içeriz bize yoktur vebali"
                      [Edip Harabi]

**
"Pencereden bir taş geldi,
Ben sandım ki Mamoş geldi.
Uyan Mamoş, uyan uyan,
Başımıza ne iş geldi.

Eyvah Mamoş, eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak."
              [Elazığ Türküsü]


28 Ağustos 2012 Salı

[Film] New York Üçlemesi - Scorsese, Coppola, Allen

3 büyük yönetmen Martin Scorsese (sağda), Francis Ford Coppola (solda) ve Woody Allen'dan 1989 yapımı bir film: New York Stories (Türkçe'ye New York Üçlemesi diye çevrildi)...


1. kısım - "Life Lessons (Hayat Dersi)"
- Aklı başında hangi adam seni terk eder? Kim bu adam? Ben tanıyorum, değil mi?
- Gregory Stark.
- Şu komedyen çocuk mu?
- Performans sanatçısı o bir kere.
- Performans sanatçısıymış. Ne demekse! İnsan oyuncu, şarkıcı ya da dansçıdır. Çöpçüne temizlik mühendisi mi diyorsun yani? Performans sanatçısıymış! Ve seni terk etti ha?

**
- Eee... beni seviyor musun?
- Seviyor muyum? Sevdiğimi söylemiştim.
- Seni terk edersem ne yaparsın?
- Ne mi yaparım? Dama çıkıp böğrüne kurşun yemiş köpek gibi ulurum. 
- Ben seni sevmiyorum.
- Ne olmuş yani?

**
- Her şeyi yaparım. Niye biliyor musun? Çünkü senin için bir değerim yok. Yani kimin umurunda? Sana tecavüz edebilir, seni ve kendimi öldürebilirim.
- Hatta kendine bile tecavüz edebilirsin.
- Her şeyi yapabilirim. Çünkü hiçbir değerim yok. Senin için görünmez bir adamım.
- İyi geceler.

2. kısım - "Life without Zoe (Zoe'suz Hayat)"
- Flüt çalmanın bir zamanlar kanunla yasaklanmış olduğunu biliyor muydunuz? Bir zamanlar yasaklanmış. Yasaklanmış çünkü sesi öyle güzelmiş ki bütün bakireler aşık oluyor ve baştan çıkıyormuş. Bu hikayeyi bana babam anlattı. Kendisi dünyanın en büyük flütçüsü...

**
- Zoe, sana, flüt çalmanın bir zamanlar kanunla yasaklanmış olduğunu anlatmış mıydım?
- Milyon defa.
- Yasaklandı çünkü sesi çok güzeldi. Baştan çıkarıcıydı. 
- Bu kanunlara aykırı olmalı.
- Doğru.

3. kısım - "Oedipus Wrecks (Oedipus Harabeleri)"
- 50 yaşındayım ve büyük bir hukuk firmasının ortağıyım. Çok başarılıyım. Ama annemle ilişkimi rayına oturtamıyorum. Geçen gece rüyamda öldüğünü gördüm.

...
Bakın, nasıl desem? Onu seviyorum ama keşke buhar olup uçsa.

**
- Peki paranormal deneyimin oldu mu hiç?
- Hayır, en baştan beri sen haklıydın. Ben bir hiçim. Sadece garsonluktan daha iyi bir iş.
- Garson muydun yani?
- Aslında oyuncu olmak istiyordum ama iş bulamadım. Ve ben de garsonluğa başladım. Angarya bir iş. Sonra bir astrologla tanıştım. Bana, 'ruhçulukta iyi para var, hayatları bomboş olduğundan insanlar başına üşüşüyor,' dedi. Ben de öğrenmeye koyuldum. 

27 Ağustos 2012 Pazartesi

[Roman] Yabancı - Albert Camus

He is awarded with Nobel Prize in Literature in 1957. French Literature is great because they have him. From French author, journalist and philosopher Albert Camus' widely known novel The Stranger ( "L'étranger") ...


"Bir pazar gününün de zar zor geçtiğini, annemin şimdi toprağa gömülü olduğunu, yeniden işimin başına döneceğimi ve sonuçta değişen hiçbir şeyin olmadığını düşündüm."

**
"Kapısını kapadı, odasında gezindiğini duydum. Yatağı gıcırdadı ve ara bölmeden işitilen o garip, küçük gürültüden, ağladığını anladım. Neden bilmem annemi düşündüm. Ama ertesi gün erken kalkmam gerekiyordu. Aç değildim, akşam yemeği yemeden yattım."

**
"...bana yaşamımda bir değişiklik yapmaktan hoşlanıp hoşlanmayacağımı sordu. Yaşamın asla değiştirilmeyeceği, gerçekte  tüm yaşamların da birbirinin eşi olduğu ve buradaki yaşamımdan hiç de yakınacak bir şeyim bulunmadığı yanıtını verdim."

**
"...tutukluluğumun başlangıcında, en zoru, özgür insan düşüncelerine sahip oluşumdu. Örneğin, canım bir kumsalda olmayı ve denize doğru inmeyi çekiveriyordu. Tabanlarımın altında ilk dalgaların şapırtısını, vücudun suya girişini ve orada bulduğum kurtuluşu düşlemekle ansızın zindanımın duvarlarının birbirine ne denli yakın olduğunu algılayıveriyordum. Ama bu birkaç ay sürdü. Sonradan, sadece tutuklu düşüncelerine sahip oldum."

**
"Sonradan sık sık düşünmüşümdür ki, eğer beni kurumuş bir ağacın gövdesi içinde, başımın üzerinde çiçek açan gökyüzünü seyretmekten öte hiçbir uğraşım olmaksızın yaşamaya zorlasalarmış, ona da yavaş yavaş alışacakmışım."

**
"O zaman anladım ki, tek bir gün yaşamış olan biri bile, bir zindanda zahmetsizce yüz yıl yaşayabilir. Sıkılmamak için yeterince anısı olur."

**
"Gerçi kuşkusuz, yaşanması uzundu günlerin, ama öylesine aşırı gerilip uzuyorlardı ki, sonunda birbirlerine taşıp bitiyorlardı; adlarını yitiriyorlardı. Benim için artık sadece dün ya da yarın sözcükleri anlam taşır olmuştu."

**
"Bir bakıma bu davayı sanki benim dışımda görüyorlar gibiydi. Her şey ben karışmaksızın olup bitiyordu. Yazgım, benim düşüncem, görüşüm alınmadan çiziliyordu. Ara sıra herkesin sözünü kesmek ve şöyle demek geliyordu içimden: 'İyi ama, alt yanı, sanık kimdir? Sanık olmak önemlidir. Ve benim de söyleyeceklerim var.' Ama düşününce, söyleyecek hiçbir şeyim yoktu."

**
"Oradakiler, hepimiz, bekliyorduk. Ve hep birlikte beklediğimiz şey yalnız ve yalnız beni ilgilendiriyordu."

**
"Öte yandan herkes bilir ki yaşam, yaşanma zahmetine değmez. Aslında, bilmez değildim ki, otuz yaşında veya yetmiş yaşında ölmek pek önem taşımaz çünkü nasıl olsa, her iki durumda da, doğallıkla, başka erkekler ve başka kadınlar yaşayacaktır ve bu, binlerce yıl böyle gidecektir."



16 Ağustos 2012 Perşembe

Bir Garip Müşfik Kenter

Müşfik Kenter'in ardından...
Seni derin bir sevgi ve altında ezildiğim bir saygıyla anıyorum güzel insan, o sesin kulaklarımdan hiç gitmeyecek...


Ne zaman senin gibi bir büyük insan, üretkenliğine ve hayat öğretmenliğine veda etmek zorunda kalıyor böyle, içimde bir yer, asla yerine konmayacak büyük bir parça için ağlıyor. Sen, ilham verdiğin nesillerde hep yaşayacaksın; ben yalnızca severek, sayarak ve örnek alarak yaşatabildiğim için seni, utanç içindeyim lakin. Sen olmak; senin boşluğunun, ardından oluşan eksikliğin hiç değilse bir kısmını kapatabilmek ne büyük bir onur olurdu oysa!


Seni derin bir sevgi ve altında ezildiğim bir saygıyla anıyorum güzel insan.



14 Ağustos 2012 Salı

[Şiir] The Song of Childhood - Peter Handke

If you have seen Wim Wenders' movie Wings of Desire (1987), you will notice this poem (or song?) right away. One of the famous names of Austrian Literature... The Song of Childhood by Peter Handke...


When the child was a child
It walked with its arms swinging,
wanted the brook to be a river,
the river to be a torrent,
and this puddle to be the sea.

When the child was a child,
it didn’t know that it was a child,
everything was soulful,
and all souls were one.

When the child was a child, 
it had no opinion about anything,
had no habits,
it often sat cross-legged,
took off running,
had a cowlick in its hair,
and made no faces when photographed.

When the child was a child,
It was the time for these questions:
Why am I me, and why not you?
Why am I here, and why not there?
When did time begin, and where does space end?
Is life under the sun not just a dream?
Is what I see and hear and smell
not just an illusion of a world before the world?
Given the facts of evil and people.
does evil really exist?
How can it be that I, who I am,
didn’t exist before I came to be,
and that, someday, I, who I am,
will no longer be who I am?

When the child was a child,
It choked on spinach, on peas, on rice pudding,
and on steamed cauliflower,
and eats all of those now, and not just because it has to.

When the child was a child,
it awoke once in a strange bed,
and now does so again and again.
Many people, then, seemed beautiful,
and now only a few do, by sheer luck.

It had visualized a clear image of Paradise,
and now can at most guess,
could not conceive of nothingness,
and shudders today at the thought.

When the child was a child,
It played with enthusiasm,
and, now, has just as much excitement as then,
but only when it concerns its work.

When the child was a child,
It was enough for it to eat an apple, … bread,
And so it is even now.

When the child was a child,
Berries filled its hand as only berries do,
and do even now,
Fresh walnuts made its tongue raw,
and do even now,
it had, on every mountaintop,
the longing for a higher mountain yet,
and in every city,
the longing for an even greater city,
and that is still so,
It reached for cherries in topmost branches of trees
with an elation it still has today,
has a shyness in front of strangers,
and has that even now.
It awaited the first snow,
And waits that way even now.

When the child was a child,
It threw a stick like a lance against a tree,
And it quivers there still today.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

[Oyun] The Flies - Jean-Paul Sartre

He is among the first names coming to mind when we say French Literature. He refused to take Nobel Prize in Literature in 1964. From French philosopher, playwright, novelist, screenwriter, political activist, biographer, and literary critic Jean-Paul Sartre's play The Flies (Les Mouches)...


"You need our nails to score your skin, our teeth to bite your breast and all our savage love to save you from your hatred of yourself. Only the suffering of your body can take your mind off your suffering soul. So come and let us hurt you."

**
"Neither slave nor master. I am my freedom. No sooner had you created me than I ceased to be yours."

**
"You are God and I am free; each of us is alone, and our anguish is akin."

1 Ağustos 2012 Çarşamba

[Roman] Görmek - José Saramago

Portekiz Edebiyatı'nın önemli isimlerinden, 1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi José Saramago'nun Görmek (Ensaio sobre a Lucidez) adlı romanından... Görmek, yazarın, 2008 yılında aynı adla sinemaya uyarlanan Körlük (Ensaio sobre a Cegueira) adlı romanından sonra yazıldı. Kitapta aynı karakterlere gönderme yapılıyor.


"Kusursuz anların, hele yüceliğe çok yaklaşmışsa uzun sürmemek gibi çok büyük bir sakıncası vardır, ondan daha beteri ise -bu o kadar açık ki söylemesek de olurdu- insanın o andan sonra ne halt edeceğini bilememesidir."



**

"İnsanlar arasında yapabileceğimiz en doğru sınıflandırma, onları kurnaz ve ahmak olarak değil, kurnaz ve çok kurnaz olarak sınıflandırmaktır; ahmak olanları nasıl istersek öyle kullanırız, kurnazlarla sorun, onları kendi hizmetimizde kullanabilmektir; ama çok kurnaz olanlar bizim yandaşımız da olsalar, özünde tehlikeli kimselerdir; başka türlü olmak ellerinde değildir. İşin en ilginç yanı da davranışlarıyla bizi sürekli olarak kendilerinden kuşku duymaya itmeleridir; genellikle bu uyarılara dikkat etmeyiz, sonra da bunun sonuçlarına katlanırız."

**

- Bu sözleriniz umarım şeytanın kulağına gitmez.
- Şeytanın kulağı o kadar deliktir ki, duyması için söylenenlerin yüksek sesle söylenmesi gerekmez.
- Öyleyse Tanrı yardımcımız olsun.
- Bu duanızın hiçbir yararı olmaz, onun kulakları doğuştan sağırdır.

**

"Bu sert tartışma yapılmasaydı ve gereksiz olmaları nedeniyle cumhurbaşkanlığı manifestosunun ve havalarda uçuşacak öteki belgelerin kısa süren yaşamı çöp sepetinde son bulsaydı, size anlatmakta olduğumuz öykü bütünüyle farklı olacaktı. Ne kadar farklı olacağını, neyin farklı olacağını tam olarak kestiremiyoruz, sadece farklı olacağını biliyoruz. Anlatının girdisini çıktısını gözden kaçırmayan bir okur, her şeyin eksiksiz olarak açıklanmasını bekleyen zeki, güçlü çözümleme yetisine sahip biri bize, başbakan ile cumhurbaşkanı arasında geçen ve öykünün bu bölümüne son anda sıkıştırılan konuşmanın, meydana gelecek rota değişikliğini doğrulamak için mi anlatıcının anlatmayı tasarladığı öyküyü bir kenara bırakıp, önündeki seyir haritasında birdenbire kesin çizgilerle çizilmiş olarak karşısında bulduğu yeni rotaya yöneldiğini sormadan edemezdi. Hangisi olursa olsun, bu iki soruya o okuru bütünüyle doyurabilecek bir yanıt vermek zor. Anlatıcının az rastlanan bir açık sözlülükle, beyaz oy kullanmaya karar vermiş bir kent halkının bu duyulmamış öyküsünü nasıl bitireceğini tam olarak bilemediğini, dolayısıyla da başbakan ile cumhurbaşkanı arasında geçen ve mutlu şekilde biten bu şiddetli söz düellosunun ona hınzır gibi yetiştiğini itiraf etmesi dışında elbette. Öyle olmasaydı, gelişmekte olan anlatının yılankavi kuyruğunu izlemeyi durduk yerde bir kenara bırakıp, olmamış ama olabilir olan ama daha çok, olan ama pekala olmama olasılığı da bulunan olaylar hakkında konu dışı şeyler anlatmaya kalkmasının nedenini anlayamazdık. Lafı ağzımızda gevelemeden söyleyecek olursak, şöyle oldu..."