18 Aralık 2013 Çarşamba

[Film] Black - Sanjay Leela Bhansali

"Black" is a 2005 Indian drama film directed by Sanjay Leela Bhansali. "Black" revolves around a blind and deaf girl, and her relationship with her teacher who himself later develops Alzheimer's disease. The film draws inspiration from Helen Keller's life and struggle. [Wikipedia]



"My name is Michelle McNally. The older child of an Anglo Indian family based in Shimla. This story is about me and my teacher. A story about two people left incomplete by god who have fought a battle with fate and made the impossible, possible. The world in my story is different where sound transcends into silence and light into darkness. This is my world. Where nothing can be seen nor heard. There is only one name for my world... Black."
**

"I can see everything clearly. A beautiful morning... snow covered streets... and that little girl... a lost soul, directionless. I will give her wings made of words, Ms. Nair. I will teach her how to fly."
**

"That day you had won your first battle over my darkness. But today you don't remember anything. Now I will fight against your darkness. I'll teach you everything you taught me. 'Water.' The first word
that you taught me and after that you typed every little detail on my hand like a maestro playing a symphony."
**

"People celebrate success but we celebrated failure. While eating ice cream you told me the story of the spider who after a lot of tries made her home. After all, failure is the first step towards success but for me these steps were never-ending."
**

13 Aralık 2013 Cuma

[Roman] Tek Kanatllı Bir Kuş - Yaşar Kemal

Son derece gerçekçi kurulan bir Anadolu dünyası... Bilinmezlik... Bilinmezlikten dolayı abartılan bir korku... Bu korkudan, halkının neden terkettiği bilinmeyen bir kasabaya giremeyen posta memuru... Alegori mi gerçek mi? 

Yaşar Kemal'in son romanı "Tek Kanatlı Bir Kuş" tan...


"Ceviz ağacı çok değerlidir ama altında uyumayacaksın, gölgesi ağırdır. Bir de ceviz ağacının bir huyu vardır, budaklarından birisi oluşurken yakınında kim varsa, ne varsa hemencecik budağın içine resmini nakşediverir. Zamanla budakla birlikte resim de büyür. Ceviz budağından çok acayip resimler çıkmıştır. Ulu ağaçlar, bulutlar, denizler, uzun yollar, kamyonlar, otobüsler, otomobiller, sincaplar, tilkiler, ayılar, kurtlar, çakallar. Zinhar, ceviz ağacı altında cima etmeyesin, sakıncalıdır. Ola ki, resminiz olduğu gibi, o durumda budaklara çıkar. Ötede, kavşağın üst başındaki tepenin eteğinde iri ceviz ağaçları vardı. Yaprakları kalın, dalları ağır, çok yeşil. Cevizler tek sıra önlerinden geçen asfalta dizilmişlerdi. Cevizlerin arasında bir de küçücük maviye boyalı, yer yer sıvası dökülmüş bir yapı gözüküyordu.”
**

"Vakit öğleyi çoktan geçmişti. Remzi Bey tepenin üstüne çıkıyor, kasabaya bakıyor, kulak verip dinliyor, sonra biraz daha bozulmuş iniyor geliyor yatak denginin üstüne yorgun oturuyordu. Çok acıkmıştı ama Melek Hanım'a acıktığını söyleyemiyordu. Ona karşı çok suçluydu. Evlendiklerinden beri neler gelmemişti ki başlarına, ne belalar! İşte bu da sonuncusu... Olacak iş mi, gel dur kasabanın önünde seni bir götüren bulunmasın. Aşağıdan bir ince su akıyordu güdük söğütlerin arasından. Kalktı suya vardı, eğildi sudan içti doya doya, doğruldu, gene tepeye yollandı. Bir tümseğe oturdu. Kasabada hiö duman tütmüyordu. Hiç de ağaç yoktu bu kasabada, bomboş, yapayalnız, kıraç, yalnızlıktan, boşluktan, kıraçlıktan tüten, bomboş bir kasaba. Yanık bir sarıda moraran bir koyağın dibine sıvanmış, üstte sivri, keskin, bulutsuz kurak, sıcak, yanan kayalar. Dökülüvereceklermiş gibi kasabanın üstüne eğilmişler. Ortada uzun, birkaç kavak boyu bir kaya, sola, öne yamulmuş, uçtu uçacak bir ulu kuşa benzeyen. Remzi Tavdemir'in içini ince bir sızı gibi ağırdan bir hüzün sardı. Karamsarlık geldi karanlık, ağır bir su gibi yüreğine oturdu. Bu yalnız, kuş uçmaz kervan geçmez kasabaları ilk görünce hep böyle olurdu. Dünyadan kopar bir sonsuzluk içinde uçsuz bucaksız gider gider, sonsuzluğun acısında, sonsuzluğunda, yokluğunda erirdi. Şimdi iyice merak ediyordu bu kasabayı. Korkuya benzer, yılgınlığı, yarı uyku haline benzer bir duyguda bunalarak. Bir kasabanın başına ne gelebilir ki de, içine kimse giremez onun."  
**

"Gölgeler uçuşuyordu alacakaranlıkta. Gölgeler gittikçe büyüyüp hışımlaşarak. Bir tek ağaç gördü küçücük bir havuzun başında. Yarasa doldu alacakaranlık fırt fırt diye kulağının dibinden uğultularla geçmeye başladılar. Bir şeyler çatırdadı, yer sarsılır gibi oldu. Ayaklarının altından toprak kayıyordu. Kendini tutmasa, kayan toprak onu alıp alıp yere vuracaktı. Korktukça apartıman pabuçlarını göğsüne bastırıyordu, gölgeler uzadı, evler sallandı, gece yarasalarla doldu, çıt yoktu ortalıkta. Sessizlik ağır, bastırdı."