3 Ocak 2016 Pazar

[Roman] Ölüler Bekler - Dido Sotiriu

Bu romanı, düzeltisi çok iyi olmayan aşağıdaki basımdan okudum. Noktalama işaretleri doğru yerlerde kullanılmamıştı, cümle yapıları doğru değildi ve bütün bunlar -özellikle kitabın başında- oldukça keyifsiz bir deneyim yaşatıyordu. Bütün bunlara rağmen, kitabı okudukça hikayenin gücünü ve yazarın yeteneğini keşfetmek çok zor olmadı. Çok güçlü bir kitap; acıklı, pis ve gerçek bir hikaye, kesinlikle tavsiye ederim.


"Şayet büyükler felaket karşısında çocukların nasıl kahrolduklarını ve ızdırap çektiklerini bilselerdi belki de dünya daha yumuşak olurdu. Neden, neden oluyor tüm bunlar? Hangi millete ait olursa olsun, hiçbir baba çocuğunun ağlamasını istemez ve nasıl oluyor da tüm babalar bir an içinde diğer babaların çocuklarının ağlamaları için ellerinden geleni yapar? Neden bizler Hasan ile Ali'nin çocuklarını öldürdük ve neden Hasan ile Ali çocuklarımızı kestiler? Yıllarca o topraklarda Türkler ile yanyana yaşadık. Onlar bize gülümsüyor bizler de onlara gülümsüyorduk. Onlar bizleri böylesine bol hediyeye boğuyor, bizler de hediyelerin en güzelini onlara veriyorduk. Ve oralarda kilise çanları çalarken hocanın namazı da etrafa yayılıyor, bizler Paskalya'yı kutlarken onlar da bayramı kutluyor, karşılıklı birbirimize iyi niyetlerimizi ve saygılarımızı sunuyorduk. Nedir? Mutluluğu ve canlıları öldürmek, sevgili evcikleri yakıp insanları mateme boğan, insanları akıllarından eden ve savaş dedikleri o korkunç şey nedir?"
**

"Hasan ile civardaki Türk köylerini gezerdik. Tanaş Amca bizi sıkça Hacıdima'ların çiftliklerine götürdüğü için Rum köylerini iyi bilirdim. Ne var ki, o geri kalmış Türk köylerinin bana bırakmış olduğu etkiyi hiç unutmayacağım. Oralarda tek bir Rum'a rastlamazdım. Daha ucuza gelsin diye çoğunlukla insanların kendilerinin çektikleri o ilkel aletleriyle kan ter içinde toprağı işlemeye çalışan zavallı insanlar, insanlar... 

Nefes almamacasına durup dinlenmeden tek bir avucu dahi kendilerinin olmayan o toprakta didinip uğraşırlardı. Verimli ovalardan başlayıp göklere doğru tırmanan tepelere kadar toprağı işleyerek gül yağının elde edileceği mis kokulu gülü yetiştirmeye çalışırlardı. Ve Hasan'ın yüreğinin ta derinliklerinde hazzını duyduğu tüm bu Allah vergisi güzellikleri kendi yaşam ve ölüm haklarını dahi devretmiş oldukları efendilerine, beylere teslim etmektelerdi.

Tüm o Türk köylüleri, cevabını bulmam için beni huzursuzlaştıran bir soruyu aklıma takmışlardı: o böylesine verimli toprak gerçekte kime aitti? Türkler'e mi, yoksa bize mi?"
**

"O katkısız Rum mahalleleri ile köylerinde yaşadığımda ve okulda Yunanca'yı okuyup sokakta onu konuştuğumda, kiliselere gidip duamı yaptığımda ve Rum çorbacılarının sahibi olduğu tüm o fabrika ve çiftlikleri gördüğümde küçük Asya'nın hiçbir kuşkuya yer kalmadan gerçekten bizim olduğuna inanırdım. Ama biraz ilerideki Türk mahallelerine doğru gidip o binlerce Türk işçisinin aynı toprak üzerinde nesilden nesile çalışıp çabaladığını, kendi evleri ile camilerini yapıp kendi öz lisan ve geleneklerine sahip olarak vatanlarında bulunduklarını kendi öz varlıklarının derinliklerinde hissettiklerini gördüklerimde de kafamın karışmamasına olanak yoktu."
**

"Bir gün babama sormuştum:

- Baba, biz mi çoğunluktayız yoksa Türkler mi?
- Vallahi tam olarak bilemem... Sen şimdi bunları nereden çıkardın? İstatistiklere mi merak sardın?

İstatistiğin ne demek olduğunu bilmiyordum ama konu bana oldukça karanlık geliyordu. Ne ileride çıkmış olan bunca ateş bana konuyu aydınlattı, ne de o zamanlarda kimse bana asırlardan beri Türk beyleri ile Rum çorbacıların kendi huzur ve mutluluklarını her iki halkın ortak zavallılığı üzerine kurmuş olduklarını anlattı."
**

"Haksızlık bir yaşam kanunu olamaz tıpkı zavallılığın da böyle bir kanun olamayacağı gibi... Esas yaşam kanunu değişkenliktir... Ve şayet böyle bir değişmeyi göremeyeceksek de zararı yok... Önemli olan bu değil ki!"
**

- Ne güzel! İno buralarda olsa idi hemen bir tabloyu çiziştirirdi. Ve tabloların kendilerinden çok isimlerinde başarılı olduğu için de tablosuna "Yanlış Anlaşılmış Akşamüstü" ismini verirdi.
- Neden "Yanlış Anlaşılmış Akşamüstü" olsun?

Niovi omuz silkti:
- Ne bileyim ben. Belki de o koca koca şairlerin bu saatlere hüzün vakti ismini taktıkları için... Halbuki olsa olsa mutluluk vakti demeleri gerek. Bir gün batıyor ve diğer bir günün umudu doğuyor.