Anlatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anlatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Şubat 2014 Cuma

[Kitap] Levh-i Mahfuz - Burak Özdemir

Yazarının, "bin yılın Kur'an tefsiri" diye nitelendirdiği kitap, bir kişi ile yaratıcısı arasındaki karşılıklı sohbeti içeriyor. Yaratıcı, Kur'an ve İslam'ın 14 bin yıl boyunca Yahudiler, Hristiyanlar ve özellikle de Müslümanlar tarafından nasıl yanlış yorumlandığını ve İslam'ın aslında sevgi ve saygı dini olduğunu ayetler üzerinden açıklıyor. Benim en çok sevdiğim kısmı, ruhsal boyutla olan ilişkisi. Aşağıdaki alıntıların bir çoğu da ruh, akıl ve vücut üçlemesiyle alakalı.

Gülsen Geçim

"İnsan ruhu, alışılageldiği üzere kendi cennetinde yaşama eğilimindedir. Ruh, özünde sonsuz ölçekte mutludur. Kendisine yapışan acı hissini yadırgadığı için acısı kat kat artar."
**

"Bir kişinin acı hissedip hissetmeyeceğine karar veren merci insanın kendi beynidir. Beyin tarafından izin verilmeyen hiçbir acı hissedilemez. Beyin belirli bir eşiği aşan acıyı bloke eder. Bundan daha önemlisi beyin, senin ne zaman öleceğini de bilmektedir. Bir kaza geçirdiğinde o kazadan sağ kurtulmanın mümkün olup olmadığını saniyenin binde biri bir sürede hesaplar. [...] En az acı çekeceğini hesapladığı anda kendini ve bedeninin hayati fonksiyonlarını fesheder."
**
'Taş olarak ölmüştüm, bitki oldum.
Bitki olarak öldüm ve hayvan oldum.
Hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum.
Öyleyse ölümden korkmak niye?
Hiçbir sefer kötüye dönüştüğüm,
Ya da alçaldığım görüldü mü?
Bir gün insan olarak ölüp ışıktan bir yaratık,
rüyaların meleği olacağım.
Fakat yolum devam edecek,
Allah’tan başka her şey kaybolacak.
Hiç kimsenin görüp duymadığı birşey olacağım.
Yıldızların üstünde bir yıldız olup,
Doğum ve ölüm üzerinde parlayacağım.' 
- Mevlana - 
**

"Uyku bedensel değil ruhsal bir süreçtir. Ruhun, uykunda bedeninden özgürleşir. Dinlenmek, bu özgürlüğün yalnızca bir yan etkisidir. Uyku, yuvaya dönüştür. Bedeninden yükselir, enerji varlığı haline geri dönersin. Yaşamın ruhuna bindirdiği yük biraz olsun hafifler."
**

"İnsan beyninin yetenekleri zannettiğinden çok daha geniş kapsamlıdır. Seni korumak ve yaşatmak için elinden gelen her şeyi yapar. Zihnini temiz tutar, hafızandaki izleri temizleyerek yaşamını uzatır. Zihnini izlerden koruyamazsan, şalterler atar ve beyin kendi kendini temizleme çabasına girer. İzler onun kapasitesini aştığı anda ölüm, yani yeniden doğum, senin için en hayırlı şey olmuştur. İnsanlar unutamadıkları için ölürler küçüğüm."
**

"Tepede her gün farklı bir şekle, her gün farklı bir renge bürünen bir gökyüzü var. Aşağıdaysa hiç değişmemekle övünen insanlar..."
**

"Vahy ya da ilham, minik ışık zerrecikleridir. Bunlar, sezgi çakraları açık olanlara ulaşır. Sana düşen bu ışık zerreciklerini insanların anlayabileceği şekilde somutlaştırmaktır."
**
"Duaların senin hayallerindir. Hayalini gerçekleştirmemi istiyorsan, öncelikle kendinin o hayali bir gerçek gibi yaşaman gerekir. Sen hayaline inanırsan, ben de sana inanırım ve istediğini veririm."
**

"Beyin, insanın dualarına karşılık veren organıdır. Olayları senin seçimlerine göre yönlendirmek onun görevidir. Diğer beyinlerle senin göremediğin bir ağla bağlıdır ve iletişim halindedir. Diğer beyinleri de senin gerçekliğini gerçek olarak kabul etmeye ikna eder. Sen imgeledikçe auran da buna göre düzenlenir. Diğer ruhlar bir araya geldiğinde senin hayalini bir gerçek gibi seninle paylaşacaktır."
**

"Kader insanın kendisinin elindedir. Varoluş bu ilke altında kurulmuştur. Beynin de hayatını seçimlerin doğrultusunda değiştirmekle görevli bir işçidir. Olumsuz düşüncelerini de gerçek eder olumlularını da. [...] Çünkü beyin korkuyu bir ihtimal olarak değil gerçek olarak kabul eder."
**

"Öz itibariyle, huşu içinde kılınan namazla trans halinde gerçekleşen meditasyon aynı şeydir. İsteyen namaz kılar isteyen meditasyon yapar. Önemli olan bizim seninle buluşuyor olmamızdır. Kimse kimsenin Rab'la buluşma yolunu yargılayamaz."
**

"Mutsuzluk küçük dostum, ruhunu unutmaktır ve bana inan, bu taşınması imkansız bir yüktür."
**

"Fiziksel rahatsızlıklar öğretmendir. Görevi ruhun sıkıntılarını yansıtmaktır. Ruh, görünmezdir. Onun için bu soyutluğu, onun ihtiyaçlarını algılamanı güçleştirir. Ruhunun ihtiyaçlarını görmen için onu dinlemen gerekir. Bu, yüksek bir farkındalık gerektirir. Oysa, tekamül sadece bilgelerin değil, genci yaşlısı tüm ruhların ortak konusu, ortak yurdudur. Ruhundaki yaralara göz gezdirmemen, fiziksel rahatsızlığı bir öğretmen olarak hayatına kendi elinle tayin etmendir. Hastalık gerçekte, ruhsal ihtiyaçlarının somut hale getirildiği, ete kemiğe büründürüldüğü haldir. İnsana sunulmuş büyük tekamül fırsatlarıdır.Kritik hastalıklar yaşamış pek çok insan, bu süreçte hayatlarıyla ilgili büyük açılımlar yaşamışlardır. Yaşama bakışları değişmiş, fırsatı iyi değerlendirmiş ve hastalık öncesi dönemden çok daha mutlu bir yaşam sürme şansını yaratmışlardır."
**

"Her insan iki kişidir. Kafamızın içinde bir değil, iki kafadar vardır. Biri olduğumuz kişidir diğeri ise olmayı hayal ettiğimiz kişi…Olduğumuz kişi olamadığımız kişinin en büyük hayranıdır. Odası onun posterleriyle doludur. Onun gibi giyinmeye, onun gibi yaşamaya çalışır. Bu iki kafadarın birleşip aynı kişi olması en büyük rüyamızdır. Yaşam ağır bir yüktür ve bu yükün altına girecek gücü de aslında bize bu rüya vermektedir. Değişmek… Olmayı istediğimizi kişiye giden tek yol budur."
**

"Reiki. Pek çok insan bu kelimeyi duyuyor. Onlar da senin gibi fazlasıyla fantastik buldukları için inanmıyorlar, inanamıyorlar. İnsanlar mucizeyi yanlış anlıyorlar. Mucize, 'olmayan, olamayacak olan' değildir küçüğüm. Mucize, 'olamazmış gibi görünenin olabilmesi'dir. İnsanoğlu, hayal gücü sınırlı olduğu için mucizeleri algılayamaz. Mucizelerin yaşanması bir oyunsa, bu oyunu bozan taraf insanoğludur küçüğüm."
**

"İnsanların tümü tekamül ettiğinde yeryüzünde hayat da sona erecektir. Bugün dünyada hayat devam ediyorsa, bunun nedeni daha öğrenecek ve değiştirecek şeylerin olmasıdır."
**

"İnsanlar, içinde bulundukları sıkıntılı durumu sorunun kendisi zanneder. Sorun olan, durumun kendisi değildir. Sorun, senin çözüm yolunu bir türlü göremeyişindir."

Hiçbir nefse gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz.
**

"Doğru kapı senin için her zaman açıktır. Dokunduğunda seni içine almaya hazırdır. Önünde olduğun kapı kapalıysa, ona gelinceye kadar pek çok kapıyı çaldıysan ve açılmadılarsa, kabul etmen gerekir ki senin kapın başka bir kapıdır. Seni bekleyen, sadece senin için aralık bırakılmış, sana ait, senin kapın... o kapıyı bulana dek aramaya devam etmelisin. Yanlış kapılara omuz atmak, yumruklamak, çilingirlerden medet ummak senin için çare değildir. Kapalı olan kapı yanlış kapıdır. Doğru olan kapı her zaman aralıktır ve etrafı işaretlerle doludur."
**

"O yol ki çok iyi bir yere gidiyor. [...] Senin filminin mutlu sonla biteceğine kesin hüküm verilmiştir. Sana düşen, koltuğuna yaslanmak ve filmin tadını çıkarmaktır."


5 Temmuz 2013 Cuma

[Anlatı] Yaşamın Ucuna Yolculuk - Tezer Özlü

"Türk Edebiyatı'nın gamlı prensesi" diyorlar hakkında. Acılarla dolu, erkenden sona eren bir hayat... Acısıyla baş edemeyen, düşünmeden edemeyen bir beyin. Tezer Özlü'nün muhteşem eseri "Yaşamın Ucuna Yolculuk" tan...


Doyum içinde ayrılacağımı sandığım bu yaşamdan, zaman zaman algılıyorsun ki, hiç de doyumla ayrılamayacaksın. Hiç yaşanmamış gibi. Doymak mümkün mü.

**
Yazarken öykü anlatacak değilsin. Çevre öykü dolu. Her insanın her günü öykülerle dolu.

**
Aynı gökyüzünün dünyanın tüm ülkelerini kapsamasına olanak var mı. Tüm yüzyılların, tüm özgürlüklerin, tüm savaşların, tüm cezaların, tüm haksızlıkların, tüm yiyeceklerin, tüm açlığın, tüm yoksulların ve acıların hala var olduğu bugünün dünyasını aynı gökyüzünün bürümesine olanak var mı.

**
Tren raylarını severim. Bağımsızlığı, gidebilmeyi, kalmak zorunda olmamayı, uymak zorunda olmamayı anımsatır. Tren rayları bir tür bağımsızlıktır benim için.

**
Öykü ve şiir yaratmak için doğmuş olanlar, aşık olmakla yetinemezler, çünkü aşkın sanatsal bir yapıtı oluşturacak entellektüel örgüsü yoktur. (*)

**
Her anı ölüdür. Şimdi sen de bir anısın. Sen de ölüsün. Her zaman benimle birlikte olan, birlikte taşıdığım, yaşadığım sözcüklerime dönmem gerek. 

**
Yaşanacak bir yaşam vardır. 
Binilecek bisikletler vardır.
Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak güneş batışları vardır.

**
Kendini bana sunan her şeyi, yetişmekte, solumakta ya da ölmekte olan her şeyi ya da ölmüş olanı daha da büyük biçimlendirmem gerek. Doğanın, yaşamın, düşlerin bana sunabildiğinden daha çoğunu yaşamam, daha çoğunu algılamam, daha büyüğünü duymam gerek. Her nesneyi, her canlıyı, herhangi bir insanı, anlık her görüntüyü yaşantıya dönüştürmeliyim. Yaşamı büyütmek, kendimce geliştirmek, derinleştirmek, genişletmek, rüzgarlarla estirmek, yağmurlarla yağdırmalıyım, ta ki kendimi canlı ya da cansız, doğmuş ya da doğmamış tek bir nokta olarak görene dek. Ve kendi üzerimde kurduğum bu egemenlikle ölümü de büyütmem gerek. Yaşamım, ölümüm her yaşam, her aşk ve her ölüm olmalı.

**
Sen düşüncelerle yaşıyorsun, diğerleri gerçeklerle.

**
Şimdi derinlemesine incelemem gereken duyguların taşkınlığındayım. Sanki duygularımı kilometrelerle uzatıyorum, duygularımı yolların bitmezliğine dönüştürüyorum. Oysa sözcüklere dönüştürmem gereken duygular bunlar.

**
Sınırlar kadar hiçbir kısıtlamadan sıkılmadım ve kendi sınırlarım içinde sınırsızlığımı kurdum. Hiç değilse bana özgü bir sınırsızlık, kendi suskum, kendi çığlığımın sınırsızlığı.

**
Kader diye bir şey yoktur, yalnız sınırlar vardır. En kötü yazgı, sınırları sabırla karşılamaktır. Karşı çıkmak gerekir.

**
Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. [...] Yaşamı gitmek olarak algılıyorum.

**
Yalnız sağlıklı insan aklıyla yaşansaydı, değmezdi yaşamaya, can sıkıcı olurdu. Tam aksine güzel olan, dünyanın  gökyüzü altında bir deliler topluluğunu andırması.

**
Her duygusal kıpırdanışa ölene dek ihtiyacım var.

**
İnsan çoğu kez her şeyin son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü.

**
İnsanın kendi kendinin yükünü taşıması, diğerlerinin yükünü taşımasından daha rahatlatıcı.

**
Ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiç değil mi.

---
(*) Bu girdide yer alan bütün italikler (orijinal metinde de) Cesare Pavese'den alıntılardır.







17 Eylül 2012 Pazartesi

[Anlatı] Şeytan: Otobiyografi - Yehuda Berg

"Yehuda Berg'e anlatıldığı şekliyle Şeytanın Otobiyografisi" diye yazıyor kitabın üzerinde. Şeytan gelip karşınızda bağdaş kurup sırlarını açıklıyor gibi. Bazı yerlerini hızla geçmiş olsam da, bazı bölümleriyle farkındalık yaratan bir kitap...
"Ben sizin rakibinizim ve bu da hikayem.
Ben, kendi varlığım da dahil olmak üzere her şeyden şüphelenmenizi sağlayan içinizdeki sesim. 
Ben depresyonum, öfkeyim, kıskançlığım, endişeyim, korkuyum, kendinizle gururlanmanız ve bencilliğinizim.
İhtiyaç duymaya ve hayal kırıklığına, olumsuzluğa ve alaycılığa duyduğunuz bağımlılığım."

**
"Sizi adil bir şekilde uyardığımı unutmayın. Sınavlar devam ediyor. [...] Bu sınav, ruhunuzu tamamen teslim etmenizi talep eder. Bu, sanki benim sizden isteyeceğim bir şeye benziyor, değil mi? Ruhunuzu bana verin. Aslında hiç de öyle değil, bu dini bir ayin de değil. Bu, sizin, hayatınızı geri almanız demek. Klasik bir paradoks. Her şeyi oluruna bırakın ve bunun karşılığında tüm kontrolü elinize almış olun."

**
"Her karanlık dönemde bir çıkış olduğunu bilmek Tanrı'nın doğasıyla aynı çizgide olmaktır. Tanrı olmak için her durumun kalıcı olmadığını görmeli ve her anın içinde yer alan 'onarılabilirliği' içselleştirmelisiniz."

**
"Heyecan yaratmayı severim. Bu şekilde çalışırım. Şef ben olduğumda mutfağın çok ısınacağına bahse girebilirsiniz. Vuruşları bana bırakırsanız, özel kıskançlık, yargı ve haset tariflerimi enjekte edeceğime emin olabilirsiniz. Ancak sadece bununla da kalmam. Sizi, kendinizi yargılama ve sabote etmeye teşvik etme konusunda çok daha etkiliyimdir! Öyleyse sınavınız, başınızı belaya sokmadan önce beni durdurmak."

**
“Havlu atmanız gerekiyor gibi hissettiğiniz zamanlarda kendinize ‘Ne kaçırıyorum? Burada görmeyi beceremediğim iyilik nedir?’ diye sorun. Pes etmek istediğinizi hissettiğinizde, önünüzde duran ilahi fırsatı kaçırdığınızı size garanti edebilirim.”

**
“Yaratıcıya daha fazlasını isteme, daha fazlasını bekleme, daha fazla arzu sahibi olma isteğinizi belirtebilirsiniz. [...] Tanrının sizinle çalışmaya son derece istekli olduğunu unutuyorsunuz. Tanrı amacınızı güçlendirmek ve arzunuzu beslemek için deneyim ve mücadeleler gönderir. İşte tam bu nedenle Tanrı bana sizi sınama görevini vermiştir. Arzunuzu görmezden gelip daha fazlasını istemeyi reddederseniz bana reddedemeyeceğim bir davetiye göndermiş olursunuz.”

**
"Dini kurumu açıkça bozdum. Ve tabi dünya dinlerinden herhangi birini izleyen her birinizi de bozdum. Kurumu suçlayarak dağıldınız. Dini kurumlar, diğer dinleri suçlayarak dağıldılar. Herkes etrafta birbirini suçlayarak dolaşıyor. Bu arada ben, bana hazırladığınız tüm bu şahane yemeklerle kendime ziyafet çekiyorum."

7 Eylül 2012 Cuma

[Film] Tibet'te Yedi Yıl - Jean-Jacques Annaud

Avusturyalı dağcı Heinrich Harrer'ın gerçek öyküsünü, Dalai Lama ile dostluğunu ve Tibet'in Çin işgali altında kalmasını anlatan otobiyografisi Seven Years in Tibet (Tibet'te Yedi Yıl, 1952), Jean-Jacques Annaud tarafından 1997 yılında sinemaya uyarlandı.

4 Ağustos
Kamp kurduk. Bir kar fırtınasına yakalandık. Bütün arkadaşlarım çığ düşmesinden endişeleniyor. Bu yüzden günlerdir burada bekliyoruz. Aufschnaiter'a kamp yapmak için bunun kötü bir hava olduğunu söyledim ama o bana katılmıyor. Aptal! Diğerlerinin burada oturup beklemeyi pek önemsediği yok gibi görünüyor, sadece umut ediyorlar ve bir şey yapmıyorlar. İnsanın kendini sorgulaması için uzun bir zaman, bu hiç iyi değil. Çünkü artık bu tırmanışın bir hata olduğunu düşünmeye başladım. 
**
- Bakın ben Alman değilim, Avusturyalıyım, sizin saçma savaşınızla bir ilgim yok.

**
15 Ekim 1939
Esir kampına getirildiğimizde kendi kendime bir söz verdim, yeni yılın ilk güneşi üstüme doğarken Ingrid'in yanında yatıyor olacaktım. Himalayalar önümüzde uzanıyordu. Kaçmak ve onların içinde kaybolmak çok kolay olacaktı.

**
Ekim 1940
Dördüncü kaçma girişimim de beni hedefime ulaştıramamıştı. Tek yapabildiğim, diğer mahkumlar  içinde ünlü bir kişi olabilmekti. 

**
Tibet, dünyanın çatısı. İnsan kendini Asya'nın ortasına kurulmuş Ortaçağ'dan kalma taş bir kulenin üstüne çıkmış gibi hissediyor... Burası dünya üstündeki en yüksek ve en kendi içine kapalı ülke.

**
- Öyleyse bu sizin medeniyetinizle bizimki arasındaki önemli farklardan biri. Siz hayatının her aşamasında zirveye tırmanan insana saygı duyuyorsunuz ama biz kendi egolarını terk edebilen insana saygı duyarız. Çoğu Tibetli böyle bir insana kendi hayatını emanet etmez.

**
- Bana bir hikaye anlat Heinrich, bana dağlara tırmanmayla ilgili bir hikaye anlat.
- O zaman kesin uykuya dalarsın, o hikayeler beni bile sıkıyor.
- O zaman sevdiğin yönlerinden bahset.
- Tam bir sadelik... İşte sevdiğim yönü. Dağa tırmanırken aklın bomboştur, tüm karmaşalardan uzak olursun ver birdenbire ışıklar daha keskin, sesler daha zengin olur. Ve için, hayatın derin ve güçlü varlığıyla doluverir.

**
- Sence bir gün insanlar Tibet'e de sinema perdesinden bakabilecek mi? Bize ne olduğunu merak edecekler mi?

**
Tibetliler'in piknik yapmak için bir araya geldikleri aynı alanlar, toprak pist yapmak için temizlendi. Böylece üç Çinli generali getiren uçak buraya inebilecekti. Çok yakınlarda Tibet ordusu tatbikat yapmakla meşguldü. Askerlerden bazıları eski savaşçılardı. Bulabildikleri tüm eski mızrak ve oku silah olarak getirmişlerdi. Barışı seven bir milletin çaresizliği görülmeye değerdi, acıyla bir ordu yaratmaya çalışıyorlardı. Dostlarımın yüzünde savaşın korkusunu görebiliyordum. Yüzlerine kazınan derin bir düşünce vardı. Kendi ülkemin saldırgan politikasını hatırladım, güçlü olanın zayıf olanlara hükmetmek isteyişini... Tanrım! Uzun zaman önce aynı inançları nasıl olup da paylaşabildiğime inanamadım. Bir zamanlar nasıl da bunlardan, bu saldırgan Çinliler'den hiçbir farkım olmadığını merak ettim. 

**
Sonsöz:
Çin'in Tibet'i işgali sonucu, 1 milyondan fazla Tibetli yaşamını yitirdi, 6 bin manastır yok edildi. 1959 yılında Dalai Lama Hindistan'a kaçmak zorunda bırakıldı. Bugün hala orada yaşıyor ve Çin'le barışçıl bir çözüm için çalışmalarını sürdürüyor. Dalai Lama 1989 yılında Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü. Heinrich Harrer ve Dalai Lama bugüne kadar dostluklarını sürdürdüler.